MAD MAX; FURY ROAD
Kurgu - 85%
Yönetmen - 90%
Oyunculuk - 85%
Görsel Efektler - 90%
Müzik - 90%
Senaryo - 80%
87%
Hiçbir iyiliğe aslında gönüllü olmayan, sadece hayatta kalmaya çalışarak o an hangisi doğru geliyorsa onu yapan Mad Max sinema tarihinin ilk antikahramanlarından biri. George Miller otuz yıl sonra gelen devam filminde belli ki kendisine ve yıllar önce yarattığı karaktere çok güveniyor. Yeni nesilden bir seyirci kitlesi yaratabilmek için karakterini ve ya distopyasını uzun uzun anlatıp sıkıcı olmanın tuzağına düşmüyor. Miller onu bilen bilir diyor ve filmin başındaki çok kısa karakter tanıtımını yeterli görerek bizi aksiyonun ortasına bırakıveriyor.
Anlıyoruz ki yapmak istediği karakterlerin yolculuğunu anlatmak ya da Max’i yeni nesile sevdirmek falan değil. İstediği kendi kurallarıyla kendi dünyasında muhteşem bir aksiyon çekmek. Buna hiç itirazımız yok ama film neredeyse ilk yarının tümünü yüzünde bir maskeyle (yine) oynayan Tom Hardy’nin Mad Max’ini unutuyor bazen.
Max’in tek başına geriden gelen adamların üzerine gidip onları haklamasını bile filmde göremediğimiz düşünülürse bu yüksek olasılıkla bilinçli bir tercih. Yani yönetmen kahramanına değil de , otuz küsür yıl önce yakaladığı atmosfere sadık kalmayı tercih ediyor. Bu açıdan film biz Mad Max hayranlarının hevesini biraz kursağında bırakıyor doğrusu öyle ki, Tom Hardy’den Mad Max olmuş mu sorusuna bile net bir yanıt veremiyoruz. Hani adı Max olmasa bu karakterle ancak bir yardımcı karakter kadar ilgileneceğiz.
Filmin asıl kahramanı ise Charlize Theron’un canlandırdığı Furiosa. Theron gerek fiziksel görüntüsü, gerek vücut dili ve oyunculuğuyla kararlı, gözüpek ve bir açıdan da merhametli karakterini son derece başarılı yansıtıyor perdeye. Furiosa Max’in çölde yakalanıp esir olarak tutulduğu şehrin savaşçılarından biri. Şehri ımmortan Joe yönetiyor.
Joe suyu ve dolayısıyla iktidarı elinde tutarak adeta tanrılaşmış, kendisine beyinleri yıkanmış, cennet fikriyle kandırılmış bir ordu yaratmış bir lider. Bu açıdan yönetmenin günümüzde de dini her şeye alet ederek yakıp yıkan unsurlara sağlam bir gönderme yapmış olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz. Furiosa yaşadığı şehirden kaçıyor hem de bu gözü dönmüş orduyu arkasına takmak pahasına.
Filmin ilk yarım saati bu kovalamacayı, hepsi birbirinden yaratıcı tasarımlara sahip araçları, kostümleri, çöl manzaralarını ağzımız bir karış açık izlerken onun neden kaçtığını, hatta kim olduğunu bile bilmiyoruz. Doğrusu düşünmeye de pek vakit bulamıyoruz. Aksiyon bir saniye durmadan akarken yavaş yavaş Furiosa’yı ve onun Joe’dan kurtarmaya çalıştığı kadınları tanıyoruz. Bu belki karakterlerin derinlikli olarak anlatılmadığı gibi bir algı yaratabilir. Oysa hadi Furiosayı bırakalım, kurtarmak için canını dişine taktığı gelinleri bile birbirinden ayırt edebilecek kadarını o itiş kakış arasında bize geçirmeyi başarıyor film.
Üstelik bu kadınlar kurban kontenjanından filme dahil olmalarına rağmen köşede oturup kurtarılmayı bekleyen kadınlar değil. Güzel olmasına güzeller, aksiyon karakterleri gibi değil, masum bakireler gibi giyinmişler. Ama yeri geldiğinde özgürlüklerine ulaşmak için ne gerekiyorsa yapıyorlar. Üstelik erkekler gibi ölmek için değil, yaşamak, zayıf ta olsa bir gelecek umuduna sığınmak için savaşıyorlar. Bu açıdan bakıldığında film bariz biçimde kadınların tarafını tutuyor, isyanı ve başkaldırıyı doğurgan cinse yüklüyor. Hatta çölde Furiosa’nın insanlarıyla karşılaştıklarında onlara sorgusuz sualsiz yardım eden bu topluluğun arasında tek bir erkek olmamasıyla da söylemini perçinliyor.
Filmde değişim süreci geçiren tek karakter Nux. Valhala(cennet) ya ulaşmayı özleyen, ımmortan Joe’nun kendisine bakmasını bile kutsanmak olarak gören Nux’un öyküsü doğrusunu söylemek gerekirse biraz havada kalıyor. Hikaye onca aksiyon arasında nasıl yapabildiğini pek anlamasak ta karakterleri ete kemiğe büründürmeyi başarmasına rağmen, bu karakterin ruhsal ve düşüncesel yolculuğu için yeterli zamanı bulamıyor. Yaptığı büyük hata nedeniyle Tanrı yerine koyduğu adamın gözünden düştükten sonra bu beyni yıkanmış askerin adeta birden yaşadığı aydınlanma süreci Nicholas Hoult’un hakkını veren oyunculuğuna rağmen inandırıcılıktan uzak. O da nazar boncuğu olsun diyelim..
Her şey bir yana, bu film görüp görebileceğimiz en stilize aksiyon filmlerinden biri. Hiç durmayan kovalamaca öyle kusursuz planlanmış ki insana soluk bile aldırmıyor izlerken. Film boyunca sadece iki ve ya üç kere aksiyon duruyor. Kalp atışlarınızın düzene girmesini bile beklemeden tekrar başlıyor
Ama bu Transformers, Hızlı veÖfkeli örneklerinde olduğu gibi tekrara giden, bir noktadan sonra sizi filmden koparan, allahım bu makinalar ne yapıyor, ya da bu arabalar nereye gidiyor diye sormanıza neden olan türden bir aksiyon değil. Her karesi tek tek hesaplanmış, muhteşem görüntü yönetimiyle taçlanmış ve özellikle ilk yarının senaryosu herhalde toplam beş sayfa falan olmasına rağmen alttan alta sebep sonuç ilişkisini de, karakterlerini de yerli yerine oturtmayı başaran bir aksiyon. Çöl manzaraları, araç tasarımları, müzikleri hepsi birbirini mükemmelen tamamlıyor, iki saat nasıl geçti hiç anlamıyorsunuz. Bu zamanda böylesini bulmak çok zor. Lütfen sinemada izleyin!