oyunculuk - 8
müzik - 9
görsel efekt - 7.5
senaryo - 8
kurgu - 8
8.1
yazı dizinin 11 sezonunu izlememiş olanlar için spoiler içerebilir!
Tüm dünyada azımsanmayacak bir hayran kitlesi olan korku macera dizisi Supernatural’ı duymamış olan yoktur herhalde. On bir sezondur ekranda olan bir diziyi birkaç cümleyle özetlemek elbette olanaksız. Yine de on ikinci sezona hazırlanırken en azından bize sunduğu eğlenceli seyirliğin altını biraz kurcalamadan da geçmeyelim. Kanımca Supernatural’ın bu kadar sezondur ilgiyi canlı tutmasının asıl sebebi iyi yazılmış senaryosu ve derinlikli karakterleri sayesinde gerilim ve korkuyu doğaüstü yaratıklarla işlerken inancı, kaderi, aileyi sorgulaması ve başrolündeki iki kardeşin birbirleriyle ve babalarıyla ilişkilerini analiz edebilmek adına en ilahi baba, oğul, kardeş ilişkisini kullanması.
Başrol oyuncuları Jensen Ackles(Dean) ve Jared Padalecki(Sam) ilk gençlik yıllarından beri aynı karakterleri başarıyla canlandırıyor. Akıllı, mantıklı, sorgulayan daha derinlikli olan Sam’i ve serseri, obur, esprili, aklından çok kalbiyle hareket eden Dean’i sevmemenin imkanı yok. Dizinin takipçileri için artık aileden biri gibiler neredeyse..Sam ve Dean’in en yakın arkadaşı, Melek olduğu için duygusallığı, espri anlayışı kısıtlı Castiel (Misha Collins) de kendi hayran kitlesini oluşturmuş bir karakter ve dizinin vazgeçilmezlerinden.. İlk sezonlarda Sam ve Dean’in neredeyse babaları yerine koydukları yaratık avcısı Bobby’nin ve dünyanın en alaycı ve sevimli kötüsü cehennemin Kralı Crowley’nin de diziye çok şey kattıkları söylenebilir.
Dizinin meramını kurcalamaya kahramanlarımızın zaman zaman geriye dönüşlerle verilen çocukluklarından başlayalım. Sam ve Dean Winchester çok küçük yaşlarında dünyanın hepimizin bildiği gibi olmadığını, aklın almadığı doğaüstü yaratıklarla dolu olduğunu öğreniyor, hatta annelerinin bunlardan biri tarafından öldürüldüğüne tanık oluyor. Bundan sonra babaları yaşamlarını bu yaratıkları avlamaya ve masum insanları kurtarmaya adıyor. Bu hayat çocuk yaştaki kahramanlarımız için son derece zor tabii. Kişilikleri doğrultusunda kayıplarına ve babalarının onlara uygun gördüğü bu sıradışı hayata farklı tepki veriyorlar. Dean daha büyük olmanın avantajı ile babasının sağ kolu olup bu hayatı tamamen kabullenirken, Sam hep sorguluyor. Babaları Dean’in kahramanı iken Sam babasını onlara biçtiği bu hayat nedeniyle yargılıyor. Bunda belki biraz da yaşı nedeniyle onu korumak adına geri planda tutmaya çalışmalarının rolü var. Abisi ve babası o kadar birbirlerine benziyorlar ki Sam onlar gibi olmak istemiyor çünkü dışlanmış hissediyor. Onlara kendini kanıtlamaya çalışmak ve ya onu aralarına almaları için çabalamak yerine kendine bambaşka bir yol çizmeye çalışıyor. Ailesini kaybedecek olsa da normal bir hayat yaşamak istiyor. Tabii dizi buna izin vermeyerek başlıyor öyküsünü anlatmaya.
Babaları bir yaratık avına gittikten sonra ortadan kaybolunca Dean soluğu Sam’in yanında alıyor. Ondan babasını bulmasına yardım etmesini istiyor. Oysa Sam koleje gidiyor ve hukuk okumak istiyor. Çok sevdiği bir kız arkadaşı da var. Yine de aile çağrısına hayır diyemiyor ve o noktadan sonra geri dönüşü olmuyor.
Hep yan yana doğa üstü varlıklarla savaştıklarını gördüğümüz Winchester kardeşler olayların sayısının gitgide artmasıyla Tanrının cennetten ayrıldığını ve dünyayı kaderine terk ettiğini öğreniyorlar. Böylece yıllardır üzerinde tartışılan çok farklı manalar yüklenen Neitzsche’nin ‘tanrı öldü’ tanımlaması bir anlamda diziye sızıyor. Tanrı cenneti, meleklerini ve en önemlisi insanı terk edince de artık ilahi olan ve ya olmayan her varlık kendi başına kalıyor, kendi seçimlerini yapıyor. Bu ortamda Supernatural bariz şekilde zaten yaradılıştan özgür iradeye sahip olan insanın tarafını tutuyor. Belki de Neitzsche’nin üstinsan evresinden önce tanımladığı sürü insan(inanan-Dean) ve özgür insanı (sorgulayan- Sam) dizinin ana karakterleriyle temsil ediyor.
Tanrı ortadan kaybolunca melekler gökyüzünden düşerek insanların arasına karışıyor. Dizinin en ilginç taraflarından birisi imajına bakmadan melekler başta olmak üzere tüm ilahi yaratıklara kusurlar, hırslar, pişmanlıklar biçmekten yani onları insanlaştırmaktan kaçınmaması. Örneğin Cehennemin Kralına Dean’le arkadaş olmak istenmek gibi zaaflar yükleyebiliyor. Ya da dizinin en sevilen karakterlerinden biri olan Castiel hırsına yenilip cenneti ele geçirmek için diğer melekleri katledebiliyor. Ne var ki insanlaştırdığı bu ilahi yaratıkların tümü nihayetinde insanı korumaya çalışıyor. Çünkü insan olmadığında kendi ilahiliklerinin bir manası kalmayacağını biliyorlar. İnsana bahşedilmiş olan şeyleri, dünyevi hazları, aşkı anlayamıyor hatta bazen kıskanıyorlar. Yine de kendilerinden çok insanoğlunun sağduyusuna, umuduna, azmine güveniyorlar.
Dünyada bu karmaşa sürerken Supernatural tüm hikayesini üzerlerine kurguladığı baş kahramanlarını yüklediği karakter özellikleri ve davranışları üzerinden analiz etmeye de devam ediyor. Sam’in isyankar olan olduğunu unutmamıza izin vermiyor mesela. Babasıyla arasındaki sevgi nefret ilişkisini Tanrı-Şeytan üzerinden yansıtarak Sam’e Lucifer’ı yoldaş belirliyor. Çünkü Sam boyun eğmediği, olduğu gibi kabul etmediği için kolay hedef. Bu açıdan bakıldığında Supernatural aslında boyun eğme ve inançlı olma mesajı veriyor gibi. Yani ‘özgür insan’ kendi özgür iradesiyle hareket ederken aklının çelinme, kötüye evrilme tehlikesiyle karşı karşıya. Oysa Michael (baş melek-iyilik) olduğu gibi kabullenen ve inançlı olan Dean’i yani ‘sürü insanı’ kullanmak istiyor. Bu bakış açısı Tanrı denklemden çıktığında bile inancı ve kabullenmeyi öğütlemeye yakın duruyor. Tabii Dean’in inancı direk olarak ilahi bir mana içermiyor. Ona inanç ve teslim olma olarak biçilen değer ailesi. Babası ve onu kaybettikten sonra da kardeşi. İşin içinde kardeşi olduğu sürece doğru ve ya yanlış farketmiyor. Her türlü bedeli ödemeye hazır.
Dizinin baş rollerinden biri:Dean’in 67 model İmpalası
Dizi Lucifer’ı isyankar yapısı nedeniyle Sam’in başına bela ettikten sonra Dean’in şiddete eğilimi ve gözü karalığına el atıp bunun bedelini önce onu arafa mahkum ederek da ha sonrada Cain(Kabil)in lanetini başına sararak ödetmeye girişiyor. Bu kez Dean daha karanlık ve tehlikeli hale geliyor. İçinde gitgide büyüyen nefret ve yok etme isteğiyle baş etmeye çalışan ‘sürü insan’ sorgulamamanın, katıksız, körü körüne inancının bedelini böyle ödüyor. O soruları soramadığı, kendini kandırmayı seçtiği ama bunun bilincinde olmadığı için neye yönlendireceğini şaşırdığı bir öfkeye bürünüyor. Yine de insan tüm bu kusurlarına rağmen sonunda doğruya benzer bir şey yakalayıp vicdan muhasebelerine, pişmanlıklara rağmen varlığını sürdürüyor.
Uzun soluklu Supernatural bizi peşinden sürüklediği macerasında elbette ki kadere de el atıyor. Kahramanlarımız iyi- kötüyü temsil etmeleri için hazırlanan oyunu önceden biliyor olmalarına ve birbirlerinden destek alarak buna direnmeye çalışmalarına rağmen karakterleri, olaylara tepki verme biçimleri ve öncelikleri nedeniyle olacaklara engel olamıyorlar. Kendilerine biçilen rollere sıkışıyorlar. Bu bağlamda dizi özgür iradesi nedeniyle yücelttiği insanı kendi yaptığı seçimlerle yine aynı noktaya getirerek kaderi sorguluyor. Hatta diziye kahramanlarını tüm yaşadıklarını, maceralarını kaleme alan bir yazar(yaratıcı) ekliyor. Sam ve Dean’e yaşamış olduklarını ve yaşayacaklarını kitap halinde basılı şekliyle gösteriyor ki bu herhalde alın yazısı dediğimiz şeyi temsil ediyor. Bazen Sam bazen Dean bu yaşadıkları hayattan, hiçbir şeye sahip olamamaktan beziyor. Kaçıp kurtulmak istiyor. Bunu tetikleyen de bir aşk ve ya aslında kendi ailesini kurma özlemi oluyor genellikle. Ama birbirlerini kollarken harcadıkları eforu, kaybetme korkusunu daha fazla genişletmeye güçleri yetmiyor, vicdanları izin vermiyor. Belki de yazar maceralarını yazmaya devam ederken başka türlüsü ellerinden gelmiyor, alınyazıları böyle.. Her seferinde ne kadar Neitzsche’nin tanımlamalarının, karakterlerinin, davranışlarının ve olayların kıskacına maruz kalırlarsa kalsınlar, birbirlerini seçiyorlar. Birbirlerine benzemeseler de, kanlı bıçaklı olsalar da, bazen birbirlerini yorsalar, yıpratsalar da bu döngü tekrar ediyor. Supernatural’ın söylemi, söylerken ki tarzı ne kadar isyankar ve sıradışı olursa olsun aslında son derece muhafazakar. Çünkü aile kazanır diyor her seferinde. İşin içine ne karışırsa karışsın bize kalan bizim olan ailedir. Buna ilişkin karşı tezleri, vazgeçmeyi, oluruna bırakmayı, tek bir insanı kurtarmak için tüm insanlığa ödetilen bedelleri, feda edilenleri, kırgınlıkları zaman zaman dile getirse de her seferinde bizi buna değeceğine inandırmayı başarıyor.
Hatta 11. Sezonda karşımıza bezmiş, yıpranmış, şova meraklı, sadece kendini düşünen Tanrıyı ortaya çıkardığında onu bile aile üzerinden sınıyor. Tanrı bunca zamandır ortada olmamasını bir ebeveynin çocuklarına bir yerden sonra müdahale etmeyi bırakması gerektiği bahanesiyle savunuyor. ‘Hiç bir ebeveyn çocuklarına sonsuza kadar kol kanat geremez’ diyor. Oysa insanoğlu yolunu kendi bulacak olsa da tek istediği Tanrının(ebeveynin) desteğinin orada olduğunu bilmek. Sonuçta Tanrının insanı, belki de insanın Tanrıyı yaratma mantığı da bu değil mi?
Tanrının aileyle meselesi bununla da bitmiyor. Karanlığa karşı savaşması için geriye kalan tek baş melek Lucifer’ı ikna etmesi lazım. Her oğul gibi Şeytan da hem babasına hayran hem de düşman. Tanrı ona itaat etmeyen oğlunu cennetten kovsa da, kötülük senin içinde vardı dese de oğlunu özlüyor. Attığı köprüleri tekrar kurmaya çalışırken dizi de yine aileyi onarma, bütünleme noktasına gelmiş oluyor.
Üstelik savaşmak ve yenmek zorunda oldukları Karanlık ta Tanrının kızkardeşi. Böylece başlangıçta Tanrıya mal edilen tekillik te bozulmuş oluyor. Yaratıcı gücün iyi ve kötüden, dünyanın dengesinin Yin ve Yang(karşıt güçler)ile oluştuğuna, aydınlık olmadan karanlığın, karanlık olmadan aydınlığın anlamsızlığına vurgu yapıyor. Belki de bu denge asıl ilahi olandır diyor.
Supernatural kusurlarını gözler önüne sermekten cesaretini sorgulamaktan çekinmediği Tanrıyı, kızkardeşi ile barış içinde bir araya getirip, kötü de olsa aileden vazgeçmenin imkansızlığını bir kez daha ortaya koyarken Tanrıyı değilse bile, yarattıklarını ve yücelttiği değerlerleri sonuna kadar savunuyor. Kendi üst insanını dünyevi zevklere, umuda, bir yere kadar özgür iradeye ve sağduyuya sahip, günahı ve sevabıyla birbirine ve ailesine tutunarak hayatta kalan bir varlık olarak tanımlıyor.
İnancı, kaderi, melekleri hatta Tanrıyı sorgulamak hele ki popüler bir dizi için epey ağır bir yük. Supernatural’ın bunun altından kalkmayı becerebilmesinin anahtarı ise yıllardır derinlikle işleyip bize sevdirmeyi başardığı karakterleri, korku ve gerilim yaratan anları, espri anlayışını asla kaybetmemesi ve tabii muhteşem müzikleri.. Supernatural sadece alt metinlerinden ibaret değil aynı zamanda çok ta eğlenceli bir seyirlik, On ikinci sezonu heyecanla bekliyor ve diziyi izlemeyenlere öneriyoruz, iyi seyirler..